İL BAŞKANINDAN

''DAVA ADAMI''
Toplumu kendi isteği doğrultusunda değiştirmeye talip olan­lar, önce kendilerini o istikamette değiştirmekle işe başlamalıdır­lar. Kendi hayatını, inandıklarını, uygun şekilde tanzim edemeyen insanların, başkalarının dünya görüşünü değiştirmek ve hayatları­nı tanzim etmek gibi bir işe talip olması, neticesiz ve boş bir gay­rettir veya en basit tabiriyle insanları hiçe saymaktır ve topluma karşı saygısızlıktır. İnandığım devlet ve toplum nizamında değer ölçüsü yapmayı düşünenlerin her şeyden evvel "Dava Adamı" olmayı gerçekleştirmesi gerekir. Dava adamı olmak, toplumun bü­tün değer yargılarına rağmen kendi inandıklarından taviz verme­meyi "kınayanların kınamasına aldırmadan" inançlarını yaşama­yı, düzenin ürettiği tipoloji dolayısıyla tek başına kalsa bile inan­dığı gibi söyleyip, inandığı gibi davranmayı gerektirir. Dava ada­mı, karşı olduğu düzen içinde, getirmek istediği nizamın ölçüleri­ni yaşayan, düzene karşı olmanın getireceği rizikoları göze alan, bu sebeple zulme uğrayacağını bilerek çileye hazır olan insandır. Böyle bir misyonla kendisini sorumlu hisseden birinin plansız ve programsız olarak kendini hayatın akışına bırakması elbette dü­şünülemez. O sosyal değişimlerin içinde bir saman çöpü gibi sürüklenemez, fedakârlıkları göze almadan ve rahatlarından hiçbir şey feda etmeden düzeni değiştireceğini iddia edenler hem kendi­lerini hem de milleti aldatmaktadırlar. "Alemleri senin için yarat­tım" hitabının mazharı sevgili kurtarıcımız Pemgamber Efendimiz (s.a.v.) bile savaşlarda dişini şehit verip, mağaralarda korkulu anlar yaşayarak öz yurdundan hicret etmek gibi çileleri çekmeden ba­şarı sağlamamışlardır. Hiç kimse Peygamberimizden daha çok imtiyaza sahip olamaz ve mücadelesiz başarı bekleyemez.
 
Büyük davalar yıkılmayacak, yorulmayacak, üşenmeyecek dava adamları ister!.. Bizim tarihimizde amel etmeden "ahlakçılık" ya­pan nazariyattılar yoktur. Kendi bedenlerinde ve nefislerinde de­nemedikleri bir hayat tarzının teorisini de yapmamışlardır.
 
Müslüman'ın iki ayrı hayatı olamaz. Maddî hayatını düzenler­ken başka, manevî hayatını düzenlerken de başka bir felsefeye göre davranamaz. Sadece din ve ibadet konularını Allah'a yönelik bir şahsi ve nefsi mesele olarak görmenin, ama siyasi içtimai ve iktisadi meselelerde "Allah'ı işe karıştırmamak" felsefesi ile hare­ket etmenin insanı iki ruhlu, iki yüzlü bir hayat anlayışına götüre­ceğini söylersek herhalde yalnızca gerçeği belirtmiş oluruz. Müslüman’ın maddî ve manevî hayatında tam bir uyum ve ahenk ol­malıdır.
 
Dava adamları kendi hayatını tam bir mümin gibi düzene ko­yarken, ferdî şuurdan "kollektif şuur"a geçişin metotlarını da geliş­tirmelidir. İslâmî şuurlanma edebiyat ve nazarî mülahazalar olmak­tan çıkıp yaşanan, canlı bir varlık olma niteliğine kavuşmalıdır.
"Bir millet kendini değiştirmedikçe, biz de onun halini değiş­tirmeyiz" ilâhî emrini düşününce bu günkü halimize neden geldi­ğimize ve çıkış yolunun neler olduğunu daha iyi anlıyoruz: Allahin iradesine teslim olan bir toplum olarak nizamımızı O'nun ka­nun ve kurallarına göre düzenlerken güçlüydük, huzurluyduk ve içten ahenkli bir millettik. Ahlak ve inançlarımızda, tahribatlar başlayınca, toptan değişmeye de başladık! Çöküş, günümüze ka­dar geldi.
 
Bir zamanlar Marko Polo, Batı'ya Asya'nın efsanevi azametini anlatmıştı. De Amics, şöyle bir tesbitte bulunuyordu:
"Bütün Türkler bir fikir üzerinde düşünceye dalmış filozoflara benzerler. Göz ve ağızlarında kesif bir iç hayatının ifadesi okunur. Hepsinin hareketlerinde aynı ciddiyet, bakış ve mimiklerinde aynı itidal mevcuttur. İnsan, Paşa'dan küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okuldan yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduğunu zannederler. Şarkı söylemek, gürültü, kahkahalar ve çığlıklar atmak, lüzumsuz izdihamlar yaratmak gibi şeylere hiç rastlanmaz. Hiçbir tarafta haylaz dilenci güruhuna te­sadüf edilmez. Her tarafta sosyal sınıfların birbirine karşı saygı duydukları müşahede edilir".
 
Bu yazıları okurken, Yesevi Ocaklarından yetişmiş derviş-gazilerin bölük bölük Anadolu'ya yayılışları gözlerimizin önünden kayıp gidiyor. Saygılı, huzurlu, güvenli, kararlı, kanaatkar ve Yaratan'a teslim olmuş insanların fevç fevç UÇ'lara akışı!... Anadolu ortala­rında kök salan çınarın hayat damarlarına verilen su!...
 
Ya bugünkü Türkiye'mizin manzarası nasıl?... Batının her türlü moda rüzgarıyla derhal yön değiştiren, ayıplarını, manasızlıkları­nı, kötülüklerini büyük bir aşağılık duygusu içinde hemen kabul­lenip benimseyen; tembel, kaabiliyetsiz, imansız, para düşkünü, frenk taklitçisi, her türlü ananenin düşmanı; gürültücü, kendi ken­diyle kavgalı, dedikodu ve gıybet hastası bir güruh görüntüsü arzediyor.
 
    Uğradığımız bozgunlar bize, kaybettiğimiz realiteyi bulma duy­gusunu verecek midir? İyimserlik güzeldir ama, kötüyü inkâr et­memek ve gerçeğe gözlerimizi kapamamak şartıyla!.. Çünkü, kö­tüyü inkâr etmek onunla mücadele etmeyi önler. Daima iyimserlik içinde bulunmak, gayreti tüketir. Aksine hayatı açık ve net ola­rak görmek, insanları harekete geçirir. İnsanlar ancak yere düş­tüklerini farkederlerse ayağa kalkma cehdini gösterirler. Bu iti­barla daima iyimser olmakla birlikte, önce kendimizden başlaya­rak inananların birbiriyle ve düzenle olan ilişkilerindeki hata ve eksikleri açıkça tenkit ve tahlil etmekten çekinmemeliyiz.
 
İnsandaki ruhî şahsiyetin olgunlaştırdığı fedakârlık duygusu zayıfladığı zaman içtimaî şahsiyetin beslediği mevki ve makam hırsı derhal pusudan çıkar ve insanı esareti altına alır; Onu kâh küçük hesapların peşinde koşturur, kâh hak ve hakikatleri çiğne­yerek kendisine saadet sarayları inşa etmeye çalışan fahiş kazanç­ların çılgını haline koyar. Kâh büyük kalabalıklar arasında azamet ve alkışlarla geçmenin sevdalısı olarak siyaset ihtirası peşinde yü­rütür. İnsanı, insan olmaktan çıkarmaya kaabiliyetli hırslar haya­ta hakim olurlar; kalabalıkların toplandığı yerlerde alkışlanarak daha da azdırılan işte bu hırslardır.
 
Müslüman Türk gençliğine öncelikle küçük hesaplardan uzak olarak İslâm iman ve ahlâkı ile büyük işler başarmış bir milletin mensubu olmanın heyecanı, şuna veya buna benzemenin değil, kendi kendine benzemenin ve kendi kendini aşmanın şuuru veril­melidir…
 
Başarı, hareketsizlikte ve kolaycılıkta değil; Hakk'a dayalı kuv­vette, hedefleri belli ve sürekli çalışmada, kendini inançları içinde eritecek yüksek bir mücadele azminde saklıdır…
 
Dava boş gurur ve hırsların tatmini için yapılan bir koşturmaca değil içtimaî, iktisadî, siyasî ve beşerî hayatımızı Hakk'a uydurma davası olmalıdır. Her türlü gündelik endişelerden uzaklarda çalı­şan sanki hayatımızın maverasında hazırlıklarını yapan bir hare­ket ordusunun fikir fedaileri ancak bu davayı başarabilirler!...
 
Hazreti Yeseviler’in, Şah-ı Nakşibendiler'in, Mevlânâlar'ın yap­tığı gibi, küçük iman ocaklarından çerağlar tutuşturulup, Anado­lu'da yeniden beyinler ve gönüller canlandırılmalıdır.
İLAYH-İ KELİMETULLAH İÇİN NİZAM-I ALEM...
 
ZALİME "ALP" MAZLUMA"EREN" PEYGAMBER ÜLKÜSÜNÜN ÜLKÜCÜSÜDÜR ALPEREN.
TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ
 
DUYURU PANOSU
 



TÜRK-İSLAM ALEMİNİN MÜBAREK MEVLİD KANDİLİNİ KUTLAR. HAYIRLARA VESİLE OLMASINI YÜCE ALLAH'tan NİYAZ EDERİM. BBP GENEL BŞK. YRD. AV.SELAMİ EKİCİ

-

ZAMAN İLERLERKEN GEÇEN ZAMANIN GERİ GELMİYECEĞİNİ BİLEN FERTLER OLARAK "TEBLİĞ"ve"İRŞAT" AŞKIYLA YANAN YÜREĞİMİZİ DİNDİRMEK İÇİN ADIMLARIMIZI HEP HIZLI ATMALIYIZ..(ÇÜNKÜ O ÖYLE YAPTI.!)
 

BİN YILLIK ANA DAMARDAN,DOĞRU ÇİZGİDEN KOPARAK SAĞA SOLA SAVRULMUŞ "KARDEŞLERİM" EMANET EDİLEN MİRASI.HEBA ETMEYELİM HEBA ETMEYELİM..!
 
 
Bugün 1 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol